aşk dediğin üreme içgüdüsüdür – Kaplan Sözlük
ben materyalist bir insanım. edebiyat kitaplarındaki aşk oldum olası boş gelir. edebi aşk şiirlerinin günümüzdeki uzantısı düpedüz gece ikide atılan "uyudun mu" mesajıdır.

aşk dediğin üreme içgüdüsüdür. erkeklerin büyük meme sevmesinin nedeni, doğacak bebeğinin iyi besleneceğini düşünmesi; büyük göt sevmesinin nedeni de bebeğin doğum sırasında zorluk çekmeyeceğini düşünmesidir. aynı şekilde kadınların kaslı erkek sevmesinin nedeni de "bu benim bebeklerimi besler ve korur" düşüncesidir.

aşkınızın ızdırabını siktirtmeyin.

(bkz:her şeyin cinsellik olması)
iki evrim ağacı videosu izleyince girdiği triplere bak. unga bunga mağara insanları değiliz, medeni bir hayatımız var olduğundan beri düşünmeye ve düşüncelerde çeşitlilik oluşmasına fırsat doğmuştur. herkes de büyük meme veya kaslı vücut da sevmiyor, herkes çocuk da istemiyor, herkes aşk da istemiyor ama var yani. aşk öznel bir şekilde yorumlanabilir ama temelinde sevgi, şefkat, seks üçlüsü yatar. bağlılık yatar.
İki kişi birbirini severse sevgi olur. Biri kaçar diğeri kovalarsa aşk olur. İkisi de sever lakin kavuşamazsa cacık olur.
kültürel ve sosyal gelişimden habersiz mağara adamlarının savunduğu yanlış ve dandik düşüncedir. duyguları yüceltmekten bahsetmiyorum, çoğu zaman duyguları küçümseyip onlardan kurtulmaya çalışan birisiyimdir ama gerçekleri reddedemezsin.
sen sosyal alanda geliştin, tarım devrimi yaptın, iki tapınak dikip edebiyat yaptın diye içgüdü ve hormonlarının esiri olduğun gerçeği değişmiyor. cidden atalarınızdan size miras kalan tek şey arazi mi?
Dilin içerisinde geliştiği korteks bölümü, duyguların içerisinde bulunduğu limbik sistemden çok daha uzun zaman sonra evrimleşmiştir. Dolayısıyla kullandığımız dil ile duygularımızı ifade etmek çoğu zaman zordur ve bu duyguları ifade etmek için onları sınırlandırarak "sevgi", "aşk", "nefret" gibi kalıplara sokarak tanımlamaya çalışırız.

Çoğumuz bir kişiye karşı şu ana kadar sahip olduğumuz duygulardan çok daha farklı, çok daha yüksek ve yoğun olan ve adına "aşk" denen duyguyu deneyimlemişizdir. Bir edebiyatçı edasıyla bu duyguyu betimlemeyeceğim çünkü zaten bu betimlemeleri çokça duydunuz, gördünüz. Bu duygunun beyinde salgılanan belirli kimyasallarla ilgili olduğunu nörobilim ve psikolojiyle biraz olsun ilgilenen herhangi biri bilir. Peki aşkın beyinde salgılanan kimyasallarla ve belirtilmiş olan evrimsel nedenlerle ortaya çıkması, aşkı reddetmeyi gerekçelendirmeye yeter mi? Gelişen kültürün bu evrimsel nedenleri ortadan kaldırdığını düşünüyorum. Örneğin uzaktan ilişki. Bazı insanlar bu evrimsel gerekçeleri çok daha iyi bir şekilde sağlayabilecek yüz yüze bir ilişki yerine neden uzaktan ilişkiyi tercih eder? Özellikle karşı tarafın ne dolgun bir göğüs ne de dolgun bir kalçaya sahip olmadığı bir ilişkiyi? Bir insan neden çocuğunu daha iyi taşıyabileceği bir kadını reddedip ilişkisine sadık kalıyor?

Bence sorun, aşk ile evrimsel ve kimyasal açıklamaların çelişki içerdiğinin düşünülmesi. "aşk bir üreme içgüdüsüdür" demek aşkı reddetmek değildir. Aşk bir duygu isimlendirmesidir ve üreme içgüdüsüyle beyindeki çeşitli kimyasallar buna sebep olsa da, o müthiş yoğun duyguyu yaşadığımız açıktır. Bu duygunun insan türünün devamı ve toplumsal hayatın düzenliliği için elzem olduğu bariz fakat "duygu"yu "dürtü"ye indirgemek, o duygunun bu pragmatik yararını da eksiltmektedir.

Beyindeki çeşitli kimyasallar sonucu ortaya çıkan aşk duygusuna yok demek, yine beyindeki kimyasallar sonucu ortaya çıkan nefret, mutluluk gibi duygulara da yok demektir. Birtakım kimyasallar sonucu muazzam bir duygu deneyimliyoruz ve adına aşk diyoruz. Çok yoğun bir duygu olduğu için de yazarlar ve şairler tarafından sınırlı dil ile mümkün olduğunca betimlenmeye çalışılıyor. Dolayısıyla aşk her ne kadar üreme içgüdüsüyle ortaya çıkıyor olsa da, yaşattığı deneyim onu farklı bir noktaya yerleştiriyor. Aşk, değeri indirgenebilecek kadar yüzeysel bir duygu değildir.